SOSYAL ANKSİYETE BOZUKLUĞU - Psikolog Nehir Uludağ

Sosyal Anksiyete
Bozukluğu

Sosyal Anksiyete Nedir?

Kişinin bulunduğu sosyal ortamlarda başka insanlar tarafından davranışlarının izleneceği, yargılanacağı ve olumsuz değerlendirileceğine yönelik kaygı duymasıdır. Sosyal ortamlarda konuşma başlatmak ve sürdürmek, otorite figürleriyle iletişim kurmak, sosyal etkinliklere katılmak ve topluluk önünde konuşmak gibi durumlar kişide kaygı uyandırır; küçük düşeceğinden, rezil olacağından ve “tuhaf, beğenilmez, sıkıcı, zayıf” olarak değerlendirileceğinden endişelenir. Bununla beraber kaygının ortaya çıkardığı bazı fiziksel belirtilerin de (terleme, kızarma, dil sürçmesi, titreme vs.) başkaları tarafından fark edilmesi bir diğer kaygı nedeni haline dönüşür.

Hangi Durumlarda Sosyal Anksiyete Yaşanır?

            Sosyal kaygısı olan bireylerin ne tür durumlarda kaygı yaşadıkları birçok araştırma ile 3 grupta toplanmıştır:

  • Sosyal etkileşim gerektiren ortamlar: başkalarıyla konuşmak, buluşmalara gitmek, tanımadığı insanlarla iletişim kurmak, fikir belirtmek, flört etmek, göz teması kurmak vb.
  • Topluluk içinde performans sergilemeyi gerektiren ortamlar: sunum yapmak, yetenek ve becerileri (şarkı söylemek, dans etmek vb.) topluluğun izleyeceği her türlü durum.
  • Davranışların başkaları tarafından izlenmesi mümkün olan durumlar: yemek yerken, çalışırken, yazı yazarken izlenmek gibi.

Sosyal Anksiyetesi Olan İnsanlar Nasıl Davranır?

Sosyal kaygı, insanın doğası gereği gereksinim duyduğu sosyal kaynaklara (ilişki kurabilmek, beğenilmek, onaylanmak, değer görmek gibi) sahip olabilmesi için doğal bir ihtiyaçtır. Ancak belirli bir sınırı aştığında, yani kişinin günlük hayatta işlevselliğini bozduğunda bir sorun haline dönüşür. Bu kaygı iş, okul, aile ve sosyal ilişkilerde bozulmaya neden olduğunda kişinin yaşadığı sıkıntı artmaya devam eder.

Sosyal kaygısı olan kişiler ya sürekli kaygı yaratan ortamlara girmekten kaçınır ya da bu ortamlarda sürekli kaygılarını azaltmaya çalışmakla meşgul olurlar. Dikkatleri daima kendi üzerlerindedir; nasıl davrandıkları, nasıl gözüktükleri ve başka insanların kendileri hakkında ne tür değerlendirmeler yapıyor oldukları üzerine yoğunlaşırlar. Zihinlerinde olumsuz ve çarpık öz değerlendirmeler vardır. Kendileriyle ilgili değerlendirmeleri, nesnel değerlendirmelerden daha olumsuz olduğundan başkalarının da böyle düşündüğünü varsayarlar ve rahatsız olurlar.

Bu kişiler topluluk içinde fikir beyan etmekten kaçındıklarından daha iş birlikçi ve daha uyumlu gözükürler.

Daima doğru davranıp davranmadıklarından şüphe duyarlar ve ne yaparlarsa yapsınlar sonucun olumsuz olacağını düşünürler. Daha önceki ortamlarda yaşadıkları ve memnun olmadıkları sosyal performanslarını sürekli akıllarına getirirler ve bu da kaygılarını artırır.

Sosyal ortamlara girmek zorunda kaldıklarında yaşayacakları kaygıyı azaltmak için konuşmaları kısa kesmeye çalışırlar, dikkat çekmeyen köşelerde oturmayı tercih ederler, olan bitenle ilgili değilmiş gibi davranır ve göz temasından kaçınırlar.

Sosyal Anksiyetenin Nedenleri

Araştırmalar göstermiştir ki sosyal anksiyetenin oluşmasında biyolojik, psikolojik ve sosyal etkenler bir arada rol almaktadır.

Biyolojik faktörler: Burada bahsedilen iki konu vardır. İlki kalıtımdır. Araştırmalara göre ebeveynlerin yaşamış oldukları herhangi bir tür kaygı bozukluğu, kalıtsal yollarla çocuklarına geçebilmektedir. Özellikle birinci derece yakınlarında sosyal kaygı sorunu olan bireylerin, olmayanlara göre sosyal kaygı yaşamaya daha yatkın oldukları ortaya konmuştur. Bir diğer neden ise evrimsel psikoloji bilgisine dayanmaktadır. Sosyal sistemlerde kabul görme ihtiyacı nedeniyle, eleştirel ve onaylamayan insanları zihnimizin tehdit olarak algılamaya ve korkmaya genetik olarak eğilimli olmasıdır.

Psikolojik faktörler: Kişinin stresli yaşam olaylarına karşı baş etme becerilerine yönelik algısı, psikolojik olarak kaygılanmaya yatkın hale getirebilir. Yani kişi, strese neden olan durumlarda düşük kontrol algısı hissettiğinde, sosyal kaygının oluşabileceği ortaya konmuştur.

Sosyal faktörler: Yaşamımız boyunca öğrenme deneyimlerimiz bizde bazı şemalara neden olur. Bu şemalar zihnimizde çarpıtılmış olarak kodlandığında sorunlara yol açar. Bu öğrenme deneyimlerimize örnek olarak; doğrudan maruz kaldığımız ya da gözlem yoluyla öğrendiğimiz durumlardan söz edilebilir. Kişinin geçmiş deneyimlerinde; sosyal ortamlarda küçük düştüğünü hissettiği, ya da bir başkasının küçük düştüğü bir duruma tanıklık ettiği bir yaşantısı varsa zihni bunu genelleyerek yanlış bir kodlamaya neden olabilir. Biyolojik ve psikolojik faktörlerde söz edilen durumlarda bir yatkınlık varsa, sosyal faktörlerin etkisi pekişir.

Sosyal Anksiyete Bozukluğunun Tedavisi

Sosyal kaygı normal bir durumdur, bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Amaç, kaygı duyulacak durumları ve kaygı düzeyini normal düzeye indirmektir. Çok sayıda araştırma sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisinde Bilişsel Davranışçı Terapinin etkililiği üzerine güçlü bilimsel bulgular ortaya koymuştur. Bu tedaviyi alan kişilerden % 75-80’inin kaygısında bir azalma olduğu görülmüştür. Ancak tedavide iş birliği ve danışanın egzersizlere gerekli çabayı göstermesi ve zamanı ayırması en önemli etkenlerdendir.

Bilişsel Davranışçı Terapinin hedefi, sosyal durumlara karşı kişide var olan kaygıyı zayıflatmak ve sosyal durumlar ile yeni bir ilişki kurmayı sağlamaktır. Sosyal kaygı yaşamamak için kişinin kaçındığı durumlar kısa vadede yardımcı oluyormuş gibi gözükse de uzun vadede bu sorundan kurtulmaya engel olur ve günlük yaşantıyı aksatır. Kişinin kaygı duyduğu durumlardan kaçınması yerine sosyal durumlarla ilgili gerçekçi olmayan beklenti ve düşüncelerini değiştirmekle başlanır. Daha sonra yeni sosyal deneyimler yaşamasını sağlayarak kaygısıyla yeni ve işlevsel bir ilişki kurması, kaygı yaşadığı durumlarla sistemli bir şekilde yüzleşerek de sosyal performansını iyileştirmesi hedeflenir.

Psikolog Nehir Uludağ